Yönetmen & Senaryo: Ali Kemal Güven | Oyuncular: Ahmet Rıfat Şungar, Barış Gönenen, Adnan Devran, Gülhan Kadim, Ecrin Bolkar | Türkiye | 60 dakika | Drama
- Dağınık anlatıyorsun.
- Bu kadar toparlayabiliyorum.
Çilingir Sofrası, günümüzde Beyoğlu’nda Sofyalı Restoran’ın ev sahipliği yaptığı bir film. 40 yılda bir Çilingir Sofrası mottosu ve repliğiyle durumu izah eden filmin konusu ; lise yıllarından beri görüşmeyen iki eski dostun sosyal medya üzerinden birbirleriyle iletişime geçip yeniden bir araya gelerek geçmişi yad etmesi ve bugünlerini sorguya çekmelerini anlatıyor. Barış Gönenen’in hayat verdiği Emir Can karakteri kendi olarak kalabilmiş ve kısmen daha cesur biriyken, evli ve 8 aylık bir baba olan Ahmet Rıfat Şungar’ın hayat verdiği Yusuf Efe ise toplumun doğru olarak dayattığı kalıplarda kalmaya çalışan bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. İkilinin sohbetleri ilerledikçe, şimdiki yaşadıkları hikayelerinden bambaşka bir hikayeleri olduğunu görüyoruz.
Filmin sinemasal dili oldukça zor aslında. Çünkü iki oyuncu etrafında şekillenen hikaye, sıkışık bir meyhane mekanı ve bir Çilingir Sofrası üzerinden ilerleyen olayları kurguluyor bize. Bunu yaparken görüntü dilini de hikayeye eşlik etmesi açısından dinamik tercih etmesi yönetmenin artılarından. Aynı şekilde renk paletinde geçmişin eskide kalmış ancak eskimeyen ‘’kırık arkadaşlık öyküsü’nde de yeşil tonlarını kullanarak güçlendiriyor. Yeşil tonları hissiyat olarak biz izleyicilere ‘’küf’’ ve ‘’toz’’ gibi metaforları da anımsatıyor aynı zamanda. Bu da haliyle o kurulan rakı masasının anason kokusunu dahi duymamıza yani filmin içerisine rahatlıkla girmemize oldukça yardımcı bir öge.
Filmde oyuncuların söylediklerinden çok yaptıkları mimik ve kaçamak bakışlar yoğun ve bilinçli bir şekilde hissettiriliyor. Bunu sürekli yaptıkları için ara ara özellikle Barış Gönenen’in oyunculuğunda tiyatral kalan durumlar var yalan yok. Ancak oyunculuk anlamında duygu bütünlüğü sağladığından çok da takılmamız gereken bir durum değil. Buna ek anlatılan konuyla ilgili izleyicide uyandırdığı güçlü empati duygusu zaten oldukça yeterli geliyor.
Karakterlerin birbirlerinden uzak oldukları süreçte yaşadıklarını dramatize etmeden salt bir gerçeklikle anlatmalarını oldukça doğru buldum açıkçası. Mesela Yusuf’un tedavi gördüğünü anlatması. Ve hocanın ona sırtında 15kg yük taşırken söylediği “Eğer içindeki bu şeyden kurtulmazsan bu taşı hayatın boyunca sırtında taşıyacaksın,” sözü oldukça etkileyici. Aynı şekilde Yusuf’un her fırsatta evli olduğunun ve hetero birey olduğunun altını koyu kalemlerle çiziyor olması yada masaya gelen garsonun bakışlarından eril bir şekilde rahatsız olması ki buna kıskanmak olarak da bakabiliriz korumacı bir ‘’erkek’’ tavrı olarak da. Diğer taraftan Emir’in ise kendini çok rahat bir şekilde kabul etmenin, Yusuf’un taşıdığı ağırlıktan sonunda kurtulmuş olmanın neşesiyle masaya oturuyor olması ve sinemada çokça karşımıza çıkan yemek yemeği seven gay neşesinde olması hali oldukça salt ve gerçekçi yansıtılmış filmde.
Filmin istisnasız tek rahatsız eden noktası müzikleri oldu. Çokça uzun tutulan ve sırf meyhane diye konulduğunu hissettiren birkaç şarkıyı gereksiz buldum. Ancak akışında rahatsızlık duyduğum yada keyif almadığım planlar neredeyse yok diyebilirim. Filmin bölümlere ayrılmış olması duygu bölünmesi yaratmıyor bu da artı bir şey. Birbiriyle duygu anlamında bağlı olan bölümler aslında bütünü oluşturduğunda ekranda çıkan yazılardan ibaret kalıyor. Ki bu fikir klişe olmasına rağmen bu film öznelinde oldukça doğru bir zemine oturmuş.
Filmin yönetmeni ve aynı zamanda senaristi olan Ali Kemal Güven’i cesaretinden, meseleye baktığı yönden ve yarattığı yapay olmayan ilişkiden dolayı tebrik ediyorum. Yer yer oyunculukta kaçan kalıp dışı yapaylıkları göz önünde tutmuyorum haliyle. Çünkü bütününe baktığımız LGBTİ+ filmlerinde özellikle Türkiye’den çıkan bu tür filmlerde pek karşılamaya alışkın olmadığımız gergin ama tatlı sert anlatı dilini ben şahsen beğendim. Bu arada Çilingir Sofrası’nı GAİN’de izleyebilirsiniz. İyi seyirler diliyorum.