“Pop Art” akımının en önemli temsilcilerinden olan Andy Warhol, 1928 yılında Rusya’dan göç eden, Slovak anne ve Rus bir babanın çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukluğundan beri sanata ilgi duyan Andy, Carnegie Teknoloji Enstitüsü ve New York Sanat Yüksek Okulu’nda eğitim aldı.
Warhol’un çocukluğu ve gençliği çok kolay geçmemiş. İlkokul çağlarında yakalandığı disleksi hastalığı onu sosyal hayatından koparmış, ancak sanat her zaman onun sığınacak güvenli alanı olmuştur. Belki de hayatının ilk zamanlarında yaşadığı bu zorluklar onu cesaretli olmaya ve karşılaştığı her sorunla yüzleşmeye itmiştir.
Hayatta en büyük korkusu olan ölümle bile yüzleşmekten çekinmemiş, sanatından cesaret alarak en büyük korkusunu da sanatına konu etmiş, tüm bu acıların ona zenginlik kattığının farkına varmış. Andy için sanat, korkularını ve hislerini ortaya koymak için en etkili araçtı. Hayatı boyunca hissettiği eksikliklerden, üzüntülerden ve acılardan beslendi ve bu duyguları dışa vurabilmek için hep sanatı kullandı. Görünüşünden ve yaşam şeklinden dolayı yaşadığı yalnızlık, empati duygusunun gelişmesinde çok yardımcı olmuştur. Empati duygusu geliştikçe sanatını insanların farkındalığını arttırmak için kullanmış. Toplumun ne istediğini daha iyi anlayabilmiş ve tamamen tüketim odaklı olan insanların duygulardan ne kadar yoksun olduğunu fark etmiş. Bu denli mekanikleşen bir toplulukta gerçekten ne düşündüğünü söyleyebildiği için Andy’nin sesi herkes tarafından duyulmuş ve ilgi çekici hale gelmiş. Gündelik hayatta herkes tarafından kullanılan en basit nesneleri sanatına konu yapmış. Mesela toplumun her kesitinin kolayca ulaşabildiği kola şişesi, konserve çorbalar… Bu kadar basit nesneleri işleyerek tüketim dünyasının duyguları nasıl tüketip sıradanlaştırdığını, nesnelere yüklenen anlamların anlamsızlığını çok iyi gösteren bir sanat ikonu haline gelmiştir Andy Warhol.
Sanatın tek bir alanı onun için kesinlikle yeterli kalmamış ressamlığın yanında film sektöründe de çok büyük izler bırakmış. Andy, filmlerini kurgusuz çekmiş çünkü insanların gerçek analizlerinin yapılabilmesi için en doğal hallerinde görünmeleri gerektiğini düşünüyordu. 1963 yılında ilk filmi olan Tarzan and Jane Regained filmini çekmiş ve bu filmde de doğaçlama tekniğinden beslenmiş. Empire adlı filminde Empire State Binası’nın karşısına konulan bir kameranın 8 saat boyunca insanların günlük hareketlerini en doğal ve en gerçek şekilde çekildiğini görürüz. 1966 yılında Paul Morrisley ile çektiği Chelsea Girs filmi dünyanın ilk deneysel filmi olmuştur. 1963 ve 1968 yılları arasında 60’ın üzerinde film çekmiş ve 148 adet deneysel filme imza atmıştır.
Andy yalnızlığın ve dışlanmış olmanın ne kadar kötü olduğunu çok iyi bildiği için kendi yaşadıklarını başka sanatçılar da yaşamak zorunda kalmasın diye Fabrika (The Factory)’yı kurmuş ve destek bekleyen birçok genç sanatçıya destek olmuş.
Andy Warhol’u biricik ve eşsiz yapan şüphesiz ki onun cesareti, algılama kuvvetti ve ileri görüşlülüğüydü. Tüm bu özellikleri sayesinde sanatıyla ilham olmaya ve etkilemeye devam etmektedir. Steve Jobs’un 2012 yılında hayat hikayesinin anlatıldığı filmde Andy Warhol’un grafik tasarımlarını, Lady Gaga’nın Telephone klibinde Andy Warhol izleri görmek mümkün.
Andy Warhol hiçbir zaman ünlü olmak için sanat yapmamış iz bırakmak ve farkındalık yaratabilmek için sanatını kullanmıştır. Çünkü o, ünün bu kadar tüketim odaklı bir toplumda sadece 15 dakikalık ömrü olacağının farkında olarak yaşamış bir sanatçı…