Raşit Çelikezer… Onu ‘’Vicdan (Senaryo’su)’’ ve ‘’Gökten Üç Elma Düştü’’ filmleriyle hatırlamak mümkün. Çelikezer, televizyonculuktan gelen bir yönetmen ve ister istemez bu olgu filmlerinde -birazcıkta olsa- kokuyor. “Can” filminde olduğu gibi. Çelikezer, bu filminde de senaryosunu inandırıcılıktan çok uzak kılmış ve bazı bazı dizi entrikalarıyla doldurmuş sahnelerini. Aslında filmin güçlü bir hikayesi var, böyle türlü müdahalelere ihtiyacı yok ama yönetmen bu tarz bi’ yöntem tercih etmiş… Saygı!
Öykü; Anadolu’dan İstanbul’a yeni gelmiş Cemal ile Ayşe’nin 8-10 senelik hikayesi. Bu çift çocuk hasretiyle yanıp tutuşmakta ama bir türlü çocuk sahibi olamamakta. Bir takım denemeler sonucunda da başarısızlığı kabul eden çiftimiz doktora gidip o kötü haberi öğreniyorlar. Cemal kısır! O dakikaya kadar Serdar Orçin’in çizdiği karakterden ötürü kusurun Ayşe’de olduğunu hissediyoruz ve aslında biz de sonucu doktorda öğreniyoruz. Bunun sonucunda kimselere duyurmadan evlat ediniyor Ayşe ve Cemal. Razı olan taraf sadece Cemal bu süreçte. Bir süre sonra Ayşe’nin tepkileri netleşiyor ve Cemal’i de rahatsız eder duruma geliyor. Bunun sonucunda da Cemal, Ayşe ve bebeği(yani Can’ı) terk ediyor.
Film, o süreç ile şimdiki zamanda evlat edinilen Can adlı çocuğun yedi yaşına geldiği günler arasında gidip gelerek dinamik ve merak uyandırıcı kılıyor öyküyü. Bir süre bizi de meraklara sürüklüyor. Şimdiki zamanda Cemal yok, Ayşe çocuğa tek başına bakıyor (ne kadar bakmak denirse tabi). Arada neler yaşandığını, nasıl o noktaya geldiklerini öğrenmek için çıldırıyoruz ve bu da ilgiyi kesmemiş oluyor filmden… Zaten bu paralellikte filmin en başarılı yanı.
“Can” filmi popüler sinemanın bir örneği ve bir yere kadar da bizi doyuran bir örnek. Bir yere kadar diyorum çünkü filmde büyük soru işaretleri ve muammalar var. Mesela; çocuğu bu kadar çok isteyen Cemal’in kaçıp gitmesi ve bunun üzerine karşımıza “Cem” adıyla farklı bir yaşamda çıkması… Bu kısımlar hem büyük soru işareti hem de inandırıcı değil pek. Üstelik bu olaylar yetmiyormuş gibi Cemal’in değişim sürecinde çok zengin olması, iyi bir aileye damat olması ve evlendiği kadının babasının “…kızımın mutluluğu için susacaksın yoksa seni mahvederim!” gibi fantastik söylemleri tam dizi kafasında olmuş. Yine inandırıcılık sıfır!
Bir diğer inanmadığım nokta da Selen Uçer’in taşradan gelen kadın oyunu. Bu kadar oturmayan bir rol; iş olsun diye bürülünmüş bir karakter. “Hiç mi gözlem yapmadın be arkadaşım?” derler adama da neyse…
Özetle;
Film yukarıda sayılan birçok neden ve geri kalan birçok sebep sürüsünden ötürü vasat bir melodram örneği olup çıkıveriyor. Yine de izleyin, neticede Türk filmidir efendim.