Bir sanatçı ya da hayalperest ile sohbet etmek insanı zorlayabilen ama aynı zamanda tahayyül bile edemeyeceği bir dünyanın kapısını aralayan girizgaha dönüşüyor. Özellikle bir platform için yapılan sanatçı röportajları, günlerce sanatçıyı araştırıp hangi soruları yönelteceğini belirlemeyi, akıcı bir sohbetin şekillenmesi için karşı tarafın ilgi alanlarını kısa süreliğine de olsa sahiplenme iç güdüsüyle hareket etmeyi ve heyecanını kontrol etmeyi gerektiren bir dizi eylem silsilesini beraberinde getiriyor. Bu hazırlıklar, bazen istediğiniz sonucu doğururken bazen de sohbetin tökezlemesine neden oluyor. Bu da daha önceden hazırlanılan sorularla yetinmeyi ve hayal kırıklığını getiriyor. Ama bazı sohbetler –belki şans faktörünün de etkisiyle– kendi içinde yeni doğumlar yapıyor. Bu durum ise iki tarafın da ileri ki süreçler için beslenmesini ve en önemlisi de güzel dostlukların başlangıcını sağlıyor. Kendini sanatçı gibi görüp boya yerine kelimeleri bolca kullanmaya yeltenen iki çömezi -Elif ve Özgenur- mazur görün. Çünkü kültür sanat alanında büyük heyecanları ile ilerlemeye çalışan bu iki kişi, güzel bir sohbet ortamı buldular mı asla kaçırmazlar!
Bir de bu sohbete, sanatçının yolculuğuna 25 yıl boyunca en yakından eşlik etmiş olan sevgili eşi de dahil olunca daha da bir keyiflenirler.
Erdo Sam 15 Nisan 2022 tarihinden itibaren, eserleriyle oluşturduğu “Bahçıvan Kadınlar” sergisiyle Piramid Sanat’ın ana galerisinde…
Erdo Sam’ın yarattığı bu hayal üstüne sohbet etmek sizin için yeni bir dünyanın kapılarını aralayabilir diye düşündük…
- Klişe olarak nitelendirip küçümsediğimiz sorular olabiliyor. Ancak bazen bu klişeler, bir kişi ya da durumu anlamak için güzel fırsatlar da doğurabiliyor. Biz de klişe bir soru ile sohbete başlamak isteriz: Erdo Sam nasıl bir çocuktu, hep resim yapar mıydı?
Yanılmıyorsam ilk resimlerimi, gökyüzüne bakarak yaptım; yere uzanıyordum ve o sırada bulutlar değişik şekiller alarak bazen insan bazense tavşan oluyordu… Galiba ilk çalışmalarım bulutların ürünüydü. Bu üretim biçimini yıllarca yaptım, hala da yapıyorum.
- Aslında bu bize Bahçıvan Kadınlar serisinde yer alan bir eserinizi hatırlattı. “Yeni dünyaya atılan ilk adım” diye tabir ettiğiniz… Başlarda sanat sizin profesyonel uğraşınız olmamasına rağmen hep hayatınızdaymış diyebililiriz o halde?
Evet, sanata hep ilgili duydum. Okul hayatında da resim dersim çok iyiydi. Derste hocanın verdiği konuyu bitirir daha sonra da sınıf arkadaşlarımın resimlerini yapardım.
- Sanat anlayışınız ve bunu şekillendiren hayata bakışınız haricinde buradaki sergi üzerinden de sohbet etmek isteriz. Serginizde yer alan “Yanık Resimler” serisini ilk olarak 1994’te yaptınız. Sizi profesyonel sanat hayatına ve bu seriyi üretmeye yönlendiren neydi?
Tam hatırlamamakla birlikte, bu seriye 1991’de başlamış olabilirim. Körfez Savaşı’nın olduğu zamanlardı… Ayrıca bir dönem Almanya’da yabancılara karşı ciddi saldırılar vardı ve insanların etrafını sarıp döven hatta öldüren gruplar oluşuyordu. Bu resimler onların bıraktığı izlerdi. Yanık Resimler’i yaptığımı fark ettiğimde aslında bir seri oluşmuştu bile (40-50 tane). Kaptırmışım kendimi… Sanatçı bir seri yapacağı zaman üzerine düşünüp çalışmaya başlar. Ama ben, bu seriyi spontane şekilde yaptım. Yakma işlemi, büyük ihtimalle yabancılara yapılan saldırılar ve Körfez Savaşı ile ilgiliydi. Bu seri, Majdenek Uluslararası Sanat Trinali’nde sergilendi; 200 sanatçı vardı ve Almanya’dan 5 sanatçı davet edilmişti. Bu 5 kişiden biri de bendim. 200 tane resmi diz boyunda duvara film şeridi gibi astım, insanların bu çalışmaları görebilmesi için eğilmeleri gerekiyordu. Özellikle önlerinde eğilmelerini istedim. Geriye kalan çalışmaları ise 6-7 metre uzunluğunda kara toprağa gömmüştüm. yani mezar toprağına; ölen, yakılan insanları anmak için. Bir sanatçı, bu çalışmaları gördüğünde ağlamıştı; çünkü çocukken bu anlattıklarıma benzer bir durum yaşamıştı. Daha sonra beni her sene bu etkinliğe davet ettiler, ancak o zamanlar maddi imkanlardan dolayı katılamamıştım.
- Son dönemlerde yaptığınız “Yanık Resimler”in çıkış noktası da yine benzer acılar, dehşetler… Bu kimliksiz portrelere dönmek istiyoruz biraz da… Konuşmalarını engellemek için ağızları dikilmiş… Buradaki insanlara ne oldu?
O insanlar, dünyada baskı altında tutulup sansürlenen herkes! Buradaki insanların hepsi, şiddete maruz kalıp konuşması engellenip adeta ağzı dikilenleri temsil ediyor.
- Siz 90’lı yıllardan beri resimle profesyonel olarak ilgileniyorsunuz ama bir süredir sergi açmıyordunuz değil mi?
Almanya’ya gittiğimde, yani 89-90’lı yıllarda, Aşağı Frankonya’da Sanatçılar Derneği’ne üye olmuştum. Derneğin en genç üyesi bendim. Üniversitede okurken 9m2’lik bir yurt odasında kalırdım, resimlerimden içeri girilmezdi! Deli gibi resim yapıyordum… Bana Evangelist Kilisesi’nin altında ücretsiz 150 m2 bir alan vermişlerdi, orada müzik eşliğinde sabaha kadar tek başıma resim yapıyordum. Yıllarca geceleri 4-5’e kadar tek başıma orada resimler yaptım. Bu resimlerin ruhu, biraz da orada şekillendi. Kısaca resim yapmaya hiç ara vermedim ama bir süredir sergilere ara vermiştim. Türkiye’deki ilk solo sergim Piramid Sanat’ta oldu.
- Gömülmüş Yanık Resimler yerleştirmeniz izleyiciden çok fazla reaksiyon alıyor ve bazı ziyaretçilerin çalışmaları gördükleri sırada gözleri doluyor. Özellikle organik düzlemin değişip insanın yüzüne tokat gibi çarpması kişiyi sorgulamaya itiyor ve “her insanın sonu bu organik düzlem mi” sorusu zihinlere misafir olmaya başlıyor… Peki bu insanlar artık mutlu mu?
İnançların tümünün felsefi özünde canlılar, önce Tanrı’dan kopup sonra kendini asıl oluşturan güç ne ise ona geri dönüyor. Örneğin Hristiyanlık’ta Tanrı, insanı göğsünden koparıp evren okyanusuna fırlatıyor: “Yaşayın!”. Ve bu okyanustaki canlı, yaşayacağı her şeyi deneyimleyip Tanrı’ya geri dönüyor…
Biz insanların yaşayabilmesi için mantıksal bir sistem oluşturulmuş: mutlu-mutsuz, güzel-çirkin, başarılı-başarısız gibi. Doğal olarak bu ölçü, insanın hayatına işliyor ancak ölüm geldiğinde bu kavramlar ortadan kalkıyor. Dünyada milyonlarca canlı türü var ancak bu sistemi değerlendirip sorgulayan sadece insan. İnsan bu dünyada ne çekerse çeksin sadece bu dünyaya ait. Hedef mutlu olmaktır, ancak mutsuzluğu ortadan kaldırmak mümkün değil -ki, bu zıtlığa da her zaman ihtiyacımız var. Bu insanlar mutlu mu bilmem, dediğim gibi, böyle kavramlar sadece yaşayanlar için var. Ama artık huzurlu oldukları kesin…
- Yanık Resimler’in hem ateş hem de aşk kavramıyla bir bağı var. Yanık Aşk serisinin bağlamından bahsedebilir misiniz?
Ateş, aslında bir güç ve hayatımızdan çıkaramayacağımız bir enerjidir. Onu nasıl kullandığımız bize bağlı. Buradaki ateş, hükmedendir. Ateşi insanlara dehşet veren bir güç olarak kullanırken aynı zamanda aşk içinde kullanabiliriz. Dediğim gibi tercih tamamen bize bağlı; nasıl algıladığın, kullandığın, yakalandığın… Burada önemli olan insanın ateştekihangi gücü öne çıkarmak istediğidir. Yanık Resimler ve Yanık Aşk serilerinde bu çıkmazı sorguluyorum.
- Bu güçlü, çarpıcı portelerden zor da olsa kafamızı kaldırıp tuallere dönüyoruz. Orada bambaşka bir dünya var… Erdo Sam bütün bu şiddetten, bu dehşetten sıkıldı ve yeni bir dünya hayal etti diyebilir miyiz “Bahçıvan Kadınlar” serisi için?
Aynen öyle! Dehşet her yere yayılmış ve bu dehşet, insanın yaratıldığı ilk andan itibaren kendini göstermiştir. Ancak bunun yanında güzel anlar da yaşanmıştır elbet. Çalışmalarımda bunu da anlatmaya çalışıyorum.
Başka bir olaya gireceğim ancak anlatacaklarım bu çalışmaların özünü oluşturuyor: İnsanoğlunun hayatı maalesef bir insanın günlük psikolojisine bağlı ve onun parmağına, hormonuna göre hareket ediyor. Bulunduğumuz dünya dev bir uçak sanki ve bu uçağın bir pilotu var… Bu pilot yaşamak istemediği zaman düğmeye basıyor ve dünyada dehşet oluşuyor! İnsanoğlunun keşfettiği sistem(ler) sonucunda sayısız dehşet yaşanıyor. Hükmedeni yönlendiren yaşamın ortasında bir karamsarlık söz konusu. Bu erkeksi olan güç hep dünyayı yönetmeye çalışmış.
Şunu da sorgulamak gerekiyor: Doğuran mı yoksa besleyen mi Tanrısal güce sahip?
“Ana” doğurup büyütüyor, bu kişinin birini öldürmesi çok zor… Savaşlarda erkekler yer alırken kadın, çocuğunu korumaya çalışıyor. Eğer buradan yola çıkarsak, dillerdeki genel kabulün tam tersine, bence Tanrı kadın olmalı. Çünkü hayatı doğuran kadın. İşte bu yüzden, bizi bu dehşetten kurtaracak güç, kadının gücüdür. Kadın, erkeğe zulmetmeyecektir. Çünkü yaratan yarattığına zulmetmez. Buradaki amaç, asla eril gücü yok etmek değil; dişil gücü ön plana çıkarmaktır. Dişil güç ön planda olursa evrene dengenin geleceğine inanıyorum, yoksa zıtlıklara karşı değilim! Zıtlıklar dünyayı ayakta tutar…
- “Çürük Elma” eserinize baktığımızda ise artık “o” elmayı çürüttüğünüzü görüyoruz…
Her mitolojinin bir Adem ve Havvası vardır ve bu kişiler bir elmayı ısırmaları sonucunda cennetten kovulurlar. Bu olay da bizim bildiğimiz yaşam biçimini oluşturuyor. Meyvenin içeriği 10.000 yıl önceki halini kaybedip yeni bir içeriğe sahip olmuş. Yani elma mitolojisi sonlanmıştır artık ve bizim bu yüzden yeni bir mitolojiye ihtiyacımız bulunmakta. Ben, “Evrim Teorisi”ne inanıyorum, aynı zamanda insanın evrimsel sürecinin hala devam ettiğine de… Diğer canlıların ve insanın yaşadığı süreç birbirinden çok farklı. Bu süreç ilerledikçe her bir canlı bildiği yaşam biçiminden kopup başka bir yaşam stiline uyum sağlıyor. Bu yaşam biçimi de bedensel formu değiştiriyor. İnsanın evrimi hala devam ediyor ve yaşam çok hızlı olduğu için değişim de çok hızlı ilerliyor. Burada kadının konumu çok önemli. Bu gidişle, dünyanın sonunu getirmezsek eğer, binlerce yıl sonra bildiğimiz insandan farklı bir insan türü ortaya çıkacak…
- Bahçıvan Kadınlar’dan, çalışmalarınızdan ve evrimden bahsetmişken son olarak gelecekteki projelerinize de değinmek isteriz. Yani hayatın içinde olan Erdo Sam’ın kendini ya da derdini anlatacağı başka ne hikayeler bulunmakta?
Projesiz insan olur mu? İnsan, gördüğü her şeyden besleniyor. Var olan her şey bir içerik, anlam taşıyor. Sanatçının hedefi içerikleri yakalayıp onu içselleştirerek süzgeçten geçirip ifade etmektir. Bu dürtü herkeste var ama sanatçınınki biraz farklı. Hepimizin içinde bir Tanrısal güç var ve o güç yaratmak ister. Ama sanatçının derdi, farklı bir şeyi görmek, göstermek, o duyguyu yansıtmak… Sanatçının yaptığı bir meditasyondur.
Sanatçı maddeyi yorumluyor; geçmişi tekrarlamak değil, gelecekle köprü kurmak istiyor… Zaten sanatçının rolü budur bence. Sanatçı hayatı kendi süzgecinden geçirip izleyiciye aktarır… Geçmiş de gelecek de bir hayaldir ve yaşam an’da oluşur. Doğumu an’da yaparsın, dolayısıyla sanatçı an’ı kaçırmamalı. Bunu yapabilmek için de sanatçı, spontane olmak zorunda. Çünkü bunu yapabildiğin kadar yaratıcı olabilirsin.
İnsan beyni, fark etmeden her şeyi analiz eder ve bilinçaltına ekler. Spontane an’larla ise bilinçaltındaki her şeyi alıp süzgecinden geçirerek ortaya çıkarır. Sadece bilinçle çalışırsan o zaman geçmiştesindir ancak senin doğurabilmen için spontane olman gerekir.
Hayatta her zerrenin bir içeriği vardır: boyayı fırlatırken, tuale bu içeriği aktarırsın. Boyaya ruhundan bir parça katmak zorundasın. Nasıl ki Tanrı insanı göğsünden koparıp uçsuz bucaksız evrene fırlattıysa, boyaları fırlatırken sen de öyle, ruhundan, göğsünden fırlatmak zorundasın… ki yaşasınlar. Resmi yaşatmanın tek yolu bu. Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sı mesela… hakkında binlerce analiz, yorum yapılmış… binlerce insan o resme hayran… Olmaya da devam edecek. Neden? Bence Leonardo da Vinci, ruhunun en büyük parçasını koparıp o resme atmış ve “yaşa!” demiş… O resim yaşıyor.
Benim çalışmalarıma gelirsek, atölyemde 4-5 tane tuali aynı anda kullanıyorum. İçimdekini dökebilmek için çok geniş bir alana ihtiyacım var. Sığamıyorum, boğuluyorum. Küçük bir alanda çalışırsam kirleniyorum. Bunu yapabilmek için herkesin bir metodu vardır, benim de metodum bol su kullanmak… Resimlerimin etrafında danslar ederim, dönerim. Bir şaman nasıl dans ediyorsa ben de müzik eşliğinde boyalarla boğuşup sürekli resimlerin etrafında öyle dönüyorum. O an’da olmak zorundayım ki derinlik verebileyim. O an’da olduğum için de sanatta doğum yapıp soyut aktarımı başlatabiliyorum. Oluşan o soyut yapının ne anlattığı ise Nazan’ın yanında, çocuklarla beraber, oturma odasında uzun derin sohbetlerle devam ediyor… (Gülüyorlar)
Erdo Sam’ın hayallerine Haziran 2022’nin sonuna kadar Piramid Sanat’ta tanık olabilirsiniz.
Dilerseniz Piramid Sanat Ana Galerisi’ndeki sergisini 360 sanal turu ile de gezebilirsiniz.
Elif BAŞ
Özgenur GERİS