10 Kasım 1938. Gözlerimi açtığımda içimde derin bir karanlık var. Bugün, güneşin ışıklarının ısındığı sabah değil, adeta karanlık bir bulutla örtülü bir gün. Yatağımın köşesine oturmuş, aklımda düşüncelerle dolup taşıyorum. Tam dışarı çıkacağım sırada, komşumuzun sesi içeriye kadar ulaşıyor: “Atatürk’ümüz vefat etti!”
Bu sözler beni aniden durduruyor. O an sanki dünya durdu. Küçük bir çocuk olarak, 9 yaşında Cumhuriyet’in ilanını duyduğum günlerde hissettiğim coşku bir anda yerini tarifsiz bir boşluğa bırakıyor. Sıcak yaz günlerinde caddelerde koşarak oynarken, Atatürk’ün Türkiye’ye kattığı umut ve özgürlük hayalini zihnimde canlandırırken, şimdi ise o hayalin yıkıldığını hissediyorum. İçimde bir şeyler parçalanıyor.
Etrafımda insanlar, gözyaşları içinde toplanmış. Annem ve babam, yüzleri hüzünle kaplı, birbirlerine sarılıyorlar. Ben de yanlarına gidiyorum ama ne diyeceğimi bilemiyorum. Gözlerim doluyor, kalbimdeki bu boşluk sanki derin bir yaraya dönüşüyor. Atatürk, sadece bir lider değil, aynı zamanda herkesin kalbinde yer eden bir babaydı. Şimdi o, aramızdan ayrıldı.
Günler geçiyor ama içimdeki bu karanlık bulut dağılmıyor. Her sabah uyandığımda, eksikliğini hissettiğim bir ışık var. Atatürk’ün kaybı sadece bir liderin ölümü değil, aynı zamanda Türkiye’nin kalbinde açılan bir yara. Ama zamanla bu acının içinde yeni bir farkındalık gelişiyor: Atatürk’ün bıraktığı miras, sadece onun varlığıyla değil, bizim onu yaşatma sorumluluğumuzla da ayakta kalacak.
Babam bir gün beni yanına çağırdı. O zamana kadar sessizce acısını içinde yaşamıştı. Gözleri uzaklara bakarken şunları söyledi: “Oğlum, Atatürk bize sadece bağımsız bir ülke bırakmadı. O, bize düşünmeyi, sorgulamayı ve geleceği kurma cesaretini de öğretti. Bizim görevimiz, onun izinden giderek bu ülkeyi daha ileri taşımak. O gitmiş olabilir ama fikirleri, ilkeleri hep bizimle.”
Bu sözler aklımda yankılanıyor. Atatürk’ün mirası, her bir Türk evladının içinde yaşıyor. O, sadece bir lider değil, aynı zamanda bir gelecek inşa eden bir rehberdi. Bugün, bu derin boşluğun yerini, ona olan minnet ve sorumluluk duygusu alıyor. Gelecek nesiller olarak onun mirasını taşımak, onu yaşatmanın en güçlü yolu.
Bu anlatılanlar, o günün acısını yaşayan bir gencin gözünden kurgulanmış bir hikaye olabilir. Ancak, hissettirdiği duygu gerçektir. Atatürk’ün vefatı, milyonlarca insanın kalbinde derin izler bıraktı.
10 Kasım, yalnızca bir yas günü değil; Atatürk’ün bize emanet ettiği değerleri yeniden hatırladığımız, onu minnetle andığımız ve her seferinde kalbimizde yaşattığımız bir gün. Onun yokluğunu derinden hissetsek de, fikirleri, mücadelesi ve bizlere bıraktığı bağımsızlık ışığı her zaman yolumuzu aydınlatacak.
Saygı, Sevgi ve Minnetle…