İstanbul Tahtakale’de Mısır Çarşısı’na pek yakın dükkanların arasında kalan bir şaheserden bahsetmek istiyorum sizlere bugün.
Adeta çini müzesinden farksız. Sadece mavinin ışıl ışıl tonlarını görmek için bile gidebileceğiniz bir yer ve İstanbul’da bu kadar çiniyi bir arada görebileceğiniz başka bir yapı yok.
Rüstem Paşa’yı da duymuşsunuzdur muhakkak. Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı ve damadı olur aynı zamanda. Kanuni’nin biricik kızı Mihrimah Sultan ile evliydi.
Adriyatik denizinin kıyısından devşirilip getirilmiş çoban bir erkek çocuğu.
Rüstem Paşa bir sadrazamdan çok, ekonomi bilgisine ihtiyaç duyabileceğiniz türden bir adamdı; zeki ve çalışkandı da.
Osmanlı Devleti’ne 16. Yüzyılda, yılda ortalama 3.000 civarında gelen devşirmelerin akıl, karakter ve vücut itibariyle en iyileri seçilirdi zaten.
Ticari zekâsı ve mala mülke olan düşkünlüğü sebebiyle, gerek devlet büyüklerinin gerekse halk tarafından bilinen paşanın, ömrü boyunca sahip olduğu servetin başlıca kaynağının, aldığı rüşvetler olduğu söylenir.
Kanuni döneminde padişahtan sonra en zengin kişinin Rüstem Paşa olması bu savı destekler nitelikte. Ve şuraya sahip olduğu serveti, çinileri, halıları, kilimleri, porselenleri, altınları, gümüşleri, atları, katırları, sarıklık tülbentleri, kaftanları, altın eyerleri, elmaslı kılıçları, çiftliklerini yazsam satırlara sığmaz taşardı muhtemelen. Zannediyorum fikir vermesi açısından öldüğünde 50 milyon altın değerinde bir servet bıraktığını söylemeliyim.
Velhasılıkelam, camisi tek kelimeyle bir sanat eseridir diyebiliriz ve Mimar Sinan’ın yaptığı en güzel camilerdendir. Yapım yılı 1561’dir. Dışardan bakıldığında sade ve gösterişsizdir, ama söz konusu caminin iç mekânı devrin en güzel çinilerine sahiptir.
Gökyüzü gibi güzel, çiçek gibi güzel, mavi gibi güzel çinilerdir onlar. Saray nakkaşhanesinde tasarlanmış desenler İznik’te yaptırılmış ve küçücük gözlerinizle görebileceğiniz o renk cümbüşleri döneminin çok ötesindedir. Bu kadar çok çininin İznik’te üretilip yetişemeyeceği anlaşılınca Kütahya’da çini atölyesi yaptırılmıştır.
Yakın geçmişte Meksika’da Frida Kahlo’nun müzesi için kullanılan kobalt mavi, 1561’de güzelim Rüstem Paşa Camii’nde kullanılmıştır. Çimen yeşilinden, domates kırmızısından, patlıcan morundan, turkuazdan bahsetmiyorum bile… Hepsi Selçuklu ve Osmanlılarda en çok bilinen yöntem olan sır altı tekniği kullanılarak fırınlanmıştır.
Kubbe eteklerine kadar her tarafı çinilerle kaplıdır.
Burada görülen çiniler kırmızı rengin bulunuşundan sonraki en parlak döneminin eserleridir… ve inanın bana kırmızı rengini sevmeyenler dahi, bu camide gördüklerinde seveceklerdir.
Rüstem Paşa Camii’nde gördüğümüz çapta çini yoğunluğu başka hiçbir camide yok ve hep söylerim ki Mimar Sinan’ın kendisi bile şu kadar güzel çinili başka bir cami yapmamıştır. Kubbe eteklerine kadar her tarafı çinilerle kaplıdır.
Çiniler, geometrik şekiller, yaprak ve çiçek motifleriyle dekorlu olup adeta çinilerle bezeli bir bahçeyi andırır. Yapının iç duvarlarındaki baharı andıran meyve ağacı motiflerini görmelisiniz. Bahar dallarının arasında laleler var. Evrende aynı dalda hem lale hem papatya olmayacağını bildiğimiz halde gözümün gördüğü şu manzaraya hayran olmadan duramıyoruz. Muhteşem sanatçı ne diyor? Aynı daldan hem lale çıksın diyor, hem gül, hem papatya…
Gördüğünüzde hayretlere gark olacağınız şeylere şahit olacaksınız! Sanatçı kendince yapraklar uydurmuş mesela… Lalenin resmettikleri gibi yaprakları olmayacağını bildiğimiz halde, hayal gücünü kullanarak harikalar yaratmıştır. O dalların çıkış noktasını mutlaka görmeli, o hayal gücüne sahip insan üstü varlığın, el emeği göz nuru sanat eserlerini kendi gözlerimizle muhakkak deneyimlemeli.
Zira Mimar Sinan’ın bu cami için uygulamış olduğu süsleme tasarımı dünya üzerinde başka hiçbir yerde yok.
Tek karo içine resmedilmiş Kabe’yi de görebilirsiniz avludaki çinilerin arasında. Kıbleye bakan yöne Kabe formlarını koyma adeti Osmanlı’da vardı ama maalesef bazı kişiler bunları çalıp çalıp Avrupa’ya ve Amerika’ya satmışlardır.
Etrafı dükkanlarla, hanlarla, çarşılarla dolu bir camidir, önünüz arkanız, sağınız solunuz hep dükkan… Caminin alt katı bile dükkanlarla dolu ve alt kattaki dükkanlar da nefes alabilsin diye caminin avlusunda havalandırma delikleri var.
Anlaşıldığı üzere dükkanların üzerine kurulmuş bir camii bu camii. “Diller ile anlatılmaz, iki katlı, baştan başa çini ile döşenmiş, altında mahzenler ve dükkanlar olan aydınlık bir cami” olarak anlatır Evliya Çelebi seyahatnamesinde Paşa’nın bu muhteşem camisini.
Aynı zamanda, Osmanlı’da en çok tartışılan adamlardan biridir Rüstem Paşa. Topkapı Sarayı’nda üst düzey yönetici yetiştiren Enderun Mektebi’nde en yüksek makama, Rikabdar Ağa’ya kadar yükselip Diyarbakır valisi olmuş ve Sultan’ın bizzat damat adayı olmuştur.
Diyarbakır’a vali olarak atandıktan sonra ardından türlü türlü dedikodular atılır. Cüzzam illetine en büyük müptela demişlerdir. Bırakın koskoca Sultan Süleyman’ı, normal insan dahi kızını cüzzamlı birine vermek istemez öyle değil mi? Kanuni elbette işini sağlama almak isteyecektir ve Rüstem’in arkasından kılıf bir vazifeyle bir paşa yollar, Rüstem cüzzamlı mı değil mi emin olmak ister.
Soyup vücuduna bakması gerekir, lakin koskoca Diyarbakır valisine “Soyun vücuduna bakacağım” demek uygun düşmeyeceğinden, bir kılıfa ihtiyaç duyulacaktır.
Peki kılıf ne ola ki?
-Tabii ki hamam.
At sırtında İstanbul’dan Diyarbakır’a varmak günler sürer malum.
Rüstem Paşa, paşayı karşılar “Hoş geldiniz sefalar getirdiniz” der, “Ne yapmak istersiniz?”
“Yoldan geldim, toz, kir pas içindeyim. Bi’ hamama gidelim de, paklanalım” der.
Diyarbakır’daki meşhur Paşa Hamamı’na giderler ve kıyafetlerini çıkarıp peştamala sarılırlar. Paşa, Rüstem Paşa’ya şöyle bir bakar ve bir sıkıntı görmez. Tabii işini sağlama almak ister ve soğukluğa geçip elbiselerini inceler. Elbiselerini incelerken bir bit bulur. Cüzzama müptela olan kişinin vücudunda bit pire parazit barınmaz malum. Bit bulununca da müjde İstanbul’a ulaştırılır.
Sultanım damat adayının üzerinde bit bulduk, temiz çıktı:)
Bunun üzerine de ne şiirler yazılır “Olacak bir kişinin bahtı kavi, talihi yar, kehlesi dahi mahallinde anın işine yarar”
Kehle bit demektir ve bir kişinin şansının ve talihinin kuvvetli olması halinde, yerine göre bit bile onun önünde ikbal kapılarını ardına kadar açabilir demektir.
Yüzümüzü güldüren şu hikayeden sonra ikbal kapılarımızın sonuna kadar açık olduğu hayatlar dilerim. Rüstem Paşa’nın camisine uğramak dahi bahtından nasiplendirir belki de bizi.
Kim bilir?
Sevgiyle kalın.
Gezin, dolaşın, gününüzü gün edin, ruhunuzu tarihle doyurun🌼