Geçtiğimiz aylarda İstanbul Sinema Müzesinde dikkat çekici bir sergi vardı: Stanley Kubrick Sergisi. Sergi vesilesiyle bu harika yönetmeni anmış ve filmlerini farklı bir yerden incelemiş olacağız bugünkü yazımızda. Kubrick’i ; 2001: A Space Odyssey, The Shining, A Clockwork Orange ve Eyes Wide Shut gibi unutulmayacak filmlerden de hatırlayabilirsiniz. Kendisi sinema dehası olarak anılıyor,hiç şüphesiz bu şekilde anılmasının birçok haklı sebebi var fakat onu diğer yönetmenlerden ayıran en ilginç yönlerinden biri filmlerinde yarattığı mekan kurguları. Dikkatli incelerseniz de filmlerin yapım aşamasında çizilmiş olan eskizlerin, yapılmış maketlerin oldukça detaylı çalışılmış ve Kubrick’in adeta bir mimar gibi hareket etmiş olduğunu fark edeceksiniz.
2001: A Space Odyssey filminde Dave’in uzay gemisi, yolculuğun sonunda mucizevi bir şekilde beyaz duvarlı boş bir odada belirir. Bu odada, dış dünyadan ve teknolojiden anlık bir uzaklaşma hissi yaratılmaya çalışılmıştır. Odanın klasik olarak adlandırılabilecek mimarisi, pencereleri ve aynaları çağrıştıran, basitçe çerçevelenmek yerine girintilere sabitlenen Rönesans tablolarıyla tamamlanmaktadır. Odanın zeminin kaplı olduğu karolar ise bize odanın gerçek boyutunu belirlememizde referans olması açısından oldukça önemli bir detaydır.
https://www.intjournal.com/0612/2001-a-space-odyssey?rq=kubrick
İlerleyen önemli bir sahnede ise ki mekan zaman ilişkisi bakımından önemli bir sahnedir; Dave’in perspektifindeki değişikliklere şahit oluruz. Dave önce masada yemek yiyen yaşlı bir adam görür ve yaklaştığımızda bu adamın Dave’in yaşlı hali olduğunu anlarız, sonra Dave’in dikkati yanında bulunan yatağa yönelir ve orada ölmekte olan yaşlı bir adam görürüz yaklaştığımızda anlarız ki bu adam da Dave’in kendisidir. Son olarak ise Dave’in yerini artık bir kürenin içine alınmış fetüs benzeri bir ‘’Yıldız Çocuk’’ alır. Perspektiflerdeki bu değişimler bir nevi zamanın ilerlemesini sağlar. Odadaki Rönesans resimleri ‘’yeniden doğuş’’ temasının bir bağlantısıdır. Bu; akla teknolojik kısıtlamalarının olmadığı bir dünyada doğan Yıldız Çocuğu getirir aynı zamanda. Bu sahnede zaman çok hızlı ilerlerken olaylar yavaş yavaş ortaya çıkar ,doğrusal olarak ilerlemeyen bu zaman Dave’in bu mekanda yıllarca yaşamış olabileceğini düşündürür bizlere.Yavaş yavaş üst üste binen bu zaman örnekleri; bu mekanın artık geleneksel doğrusal zamana bağlı olmadığını gösterir.
https://www.studiobinder.com/blog/mise-en-scene-elements-color-in-film/
Kübrick’in Rönesans’a ve simetriye takıntılı olduğu söylenir. Çoğu filminde sahneleri durdurup incelerseniz bunu yakalayabilirsiniz.
The Shining filminde ise Kubrick filmin geçtiği oteli neredeyse baştan tasarlamıştır.Yine mekanlarda ve sahnelerde simetri vurgusu hissedilir. Filmdeki otel başlı başına bir izolasyon ve dışlanmışlık temasıyla ilgilidir, Danny’nin üç tekerlekli bisikletle koridorda gezindiği sahne ise oldukça önemli. Filmin genelinde sürekli bir gerginlik hissi var, bu sahnenin önemi ise burada; Danny’nin üç tekerlekli bisikletle dolaşırken ve köşelerden dönerken köşenin sonunda bir korku ögesiyle karşılaşabilecek olma ihtimali bizi geren şey, doğrudan sahnede beliren bir korku ögesinden ziyade. Filmin genelinde de buna benzer bir yol izlenmiş seyircide merak ve gerginliği hissettirebilmek için. Filmin sonlarında karşımıza çıkan labirent sahnesiyle ise hissettirilmeye çalışılan insanın kendi zihninin içinde kaybolma, sıkışma hissi de oldukça kuvvetli mekan kullanımlarından bir tanesi.
Filmlerinde kurguladığı daha birçok mekanla, bu kurguların altında yatan detaylar ve sembollerle denebilir ki Kubrick tam bir ‘görsel hikaye anlatıcısıdır’,tıpkı bir mimar gibi.