Yazma tutkusuyla yaşayan, yazdıklarında hayata ve gördüklerine yer veren Zweig, yenilgiye uğrayan kahramanların yenilgiyle yüzleşebildikleri için daha güçlü olduğunu bu nedenle de asıl anlatılması gereken hikayenin onların hikayeleri olduğunu savunmuştur. Okuması kolay ve zevkli diliyle aslında hiç basit olmayan konuları kaleme almıştır. Doğduğu huzurlu Avrupa ortamı ile en üretken zamanlarına denk gelen savaşlar arasında kaybolmamaya çalışsa da ne yazık ki kendi içindeki savaştan galip olarak çıkamamış eserlerinde yer verdiği yenilgiye uğrayanlar gibi o da yenilgiyle yüzleşmek zorunda kalmıştır.
“Bilmek Değil Sadece Hayal Etmek İnsanı Mutlu Kılar.”
Stefan Zweig, Avusturya’nın en huzurlu zamanlarında, 1881 yılında, Viyana’da varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Donanımlı bir eğitim alan Zweig, 14 yaşında daha çok okuyanın daha bilgili olduğunu fark ettiğinde okulda geçirdiği saatleri zaman kaybı olduğunu ve asıl öğrenmek istediklerini kütüphanelerde, sokaklarda ve bir kahve eşliğinde gazete okuyup sohbetler yapabileceği kafelerde olduğunu anlamıştır.
Liseden mezun olduktan sonra üniversitede hayatının en güzel 3 yılını geçirmiş. 4 yıl süren üniversite eğitiminde 3 yıl boyunca kendi istediği gibi edebiyata yoğunlaşmış son sene de çalışıp ailesini tatmin edebilmek için üniversiteden mezun olup Doktor ünvanını kazanmıştır. Üniversite yılları içerisinde Neue Frei Presse’de yazmaya başlamış, kendisi gibi edebiyatla ilgilenen arkadaşlar edinerek çevresini genişletmiştir. Üniversiteden mezun olduktan sonra gezdiği her yerde yazarlarla, edebiyatla uğraşan insanlarla tanışmış ve kendisini onlardan etkilenmeye tamamen açmıştır.
Avrupa’nın farklı şehirlerinde yaşayan Zweig her gittiği şehirden, her tokalaştığı insandan bir şey almaya çalışmış ve ufkunu genişletmiştir. Berlin’de yaşarken eserlerinde asıl olması gerekenlerin gözlem ve yaşanmışlık olduğunu fark etmiş ve ilk şiir kitabını bunlardan yoksun olduğu için bir daha bastırmama kararı almıştır. Zweig için bir eserin kökleri hayattan gelmeliydi, kaleminden çıkan her kelime yaşadığı hayatın izini taşımalıydı. Her zaman görülebilecek daha çok şey olduğuna inanmış bu sebeple de hiçbir yere ait olmamayı tercih etmiştir. Avrupa sınırları kendisine yetmeyince daha iyi görebilmek ve daha iyi fark edebilmek için Avrupa’dan sonra Amerika kıtasını da ziyaret etmiştir.
“Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar”
Gençlik yıllarını barışın hakim olduğu Avrupa’da sanatla uğraşarak geçiren Zweig, I. Dünya Savaşı başlayınca görevini yapmak için orduya katılmış, savaşın gerçek yüzünü insanlara gösterebilmeyi amaçlamıştır. Orduda olduğu süre boyunca gördükleri, savaşı Zweig’in gözünde daha da anlamsız kılmış ve insanları savaştan uzak tutmaya çalışmıştır. Savaş boyunca Zürih’te yaşamış bu süreçte üretmeye devam etmiş, Yabancı Ülkelerdeki Dostlara Açık Mektup adlı eserini de bu süreçte yazmıştır. Ürettikçe ünü artmış ancak savaş karşıtı düşüncelerini sevmeyenler tarafından eserleri sokaklarda yakılmaya başlanmış, Zweig ve savaş karşıtı diğer yazarlar hakkında karalama kampanyaları düzenlenmeye başlanmıştır. Bu dönemde her ne kadar savaş öncesi dostu olarak gördüğü insanlar tarafından yargılanıp, dışlansa da Alman gazetelerinde yazmaya devam etmiş, kaleme aldığı yazılarında savaşın oluşturduğu nefret iklimini yumuşatmaya çalışmıştır. Eserlerinde yenilgiye uğramış kahramanlara yer veren Zweig, savaş döneminde de savaşta yenilenleri konu almış. Cephede şahit olduklarından esinlenerek yazdığı “YEREMYA” (JERAMIAH) adlı oyunu çok fazla tepki çekmiş ve askerlikten atılmasına sebep olmuştur.
II. Dünya Savaşı başladığında düşünceleri sebebiyle sürgüne gönderilmek için Hitler’in kara listesine alınmış, ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. Londra’ya taşındıktan sonra Hitler’in ilerleyişi devam ettiği için Londra’dan sonra Amerika, Paraguay ve Brezilya’ya gitmiştir. Yaşadığı bu sürgün Zweg’de çok büyük duygusal izler bırakmış olsa da yazmaya ve üretmeye devam etmiştir. Brezilya’daII. Dünya Savaşı’nın yol açtığı ruhsal baskılara maruz kalan bir insanın duygularını, görüşlerini tepkilerini anlatan Satranç adlı hikayesini yayımlamış ve büyük tepki çekmiştir.
Gördüğü savaşlar, savaşın kendisinden aldıklarından sonra Zweig savaşın insanların gözünü boyadığı bir dünyada daha fazla yaşamamaya karar vermiş ve Sabırsız Yürek adlı romanına ilham olan ikinci eşi Lotte ile birlikte zehir içerek hayatlarına son vermiştir. Zweig ve eşi Lotte evlerinde birbirlerine sarılmış halde bulunmuşlar.
“Ruhu çoktan ölmüştü, geriye öldürülecek yalnızca bedeni kalmıştı.”
Eserleri:
1970 – Yürek Çöküntüsü
1985 – Dünün Dünyası
1986 – Bir Kadının Yirmi Dört Saati
1991 – Yarının Tarihi
1991 – Kendileri ile Savaşanlar (1. Cilt)
1991 – Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski (2. Cilt)
1991 – Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar: Casanova, Stendhal, Tolstoy (3. Cilt)
1992 – Lyon’da Düğün
1995 – Yıldızın Parladığı Anlar
1995 – Karışık Duygular
1997 – Satranç
1997 – Günlükler
1998 – Değişim Rüzgârı
1998 – Calvin’e Karşı Castellio ya da Köleliğe Karşı Özgür Düşünce
1999 – Fouche, Bir Politikacının Portresi
2000 – Tehlikeli Merhamet
2000 – Amok Koşucusu
2002 – Balzac, Bir Yaşam Öyküsü
2002 – Magellan
2003 – Freud ve Öğretisi
2004 – Yakıcı Sır
2005 – Ruh Yoluyla Tedavi
2007 – Mektuplaşmalar
2008 – Buluşmalar